Başka zamanın gezgini
Uzun boylu, atletik yapılı bir genç kız artık. 14 yaşında.
Küf kokan rutubetli bir odada ağır ağır, gürültüsüz, bir dünya kuruyor kendine.
Dünyanın sırıtkan çağırışlarından ve lüksünden uzak. Hırıltılı nefesini
dinliyorum. Hiç şikâyet etmiyor. Dar bir alanda esasen pek göze gelmeyecek ufak
keyifleri var. Bulaşıkları kaldırması isteniyor, kaldırıyor. Sonra usulca
kitabının yeni bölümü yayınlanmış mı diye bakıyor. Şikâyetsiz.
Size basit bir hikâye anlatıyorum. Bu çocuk karanlık odalarda
oturuyor ve bir fincan kahveyi güzelleştireceğini düşündüğü sütü köpürterek
mutlu oluyor diyorum. Odalarda kımıldayan her şeye yabancı. Sayfaları hızlı
hızlı çeviriyor; biri bitiyor öbürüne geçiyor. Sütü köpürtüyor. Gülümsüyor.
Evde her zaman kahve bulunmuyor. Marketten lanet bir üçü
birarada getirildiğinde seviniyor. Alt tarafı mide bulandırıcı bir kahve. Kahve
bile değil, lanet bir üçü birarada. Buna hiç takılmıyorum; bir kahvede bulduğu
neşe inanılmaz.
Hayatımın diyeceğim, yine lafı kendime getireceğim.
Aydınlanan anları, bir çocuğun bana kendisini gösterdiği anlar: ‘Bak, buradayım
ve nelerim var benim.’, ‘Bak, ben neyim.’ Bu rüzgârın etkisiyle, bir dala
salıncak kurup oradaki varlığını unutmuş, kurumuş bir örümcek gibi
sallanıyorum. Biraz eşeleyerek bulduğum bir huzur biçimi.
O gözlere iyice bakıyorum. O ürkek fakat cesaret göstermeye
kararlı gözlere. Penceresini minicik aralıyor. İzin verdiği ölçüde tülünü
titreyerek sıyırdığım mücevherlerine bakıyorum. Tamamen içeri almıyor beni;
almasın beni oraya. Dokunur bozarım. Bir şey söyler can sıkarım, sıkmayayım.
Belli belirsiz bir anlığına araladığı pencereyi kapatıyor. Gülüşüyoruz.
Günler günleri kovalıyor. Günlerce oturuyor bizim kız. Pek
çok yaşıtı gibi coşkulu bir hayatı yok. Bilemezsin diyorum içimden. Sen sadece
bir anlığına bir tülün ardını gördün.
Yeni kıyafetler, yeni telefon, yeni yatak, yeni masa, yeni
makyaj malzemeleri, (yani makyaj da ne) stickerlar, yeni ayakkabılar. Yeni bir
şeyi yok. Karanlık odalar arasında bir odası da yok. Sanki bir kuş. Karanlık
odalarda yemliyor; önüne ne konulursa ona razı. Sonra da uçup gidiyor.
Uzaklara. Gözlerinde işte o uzakların neşesi. Sıcaktan kızışmış asfaltın
üzerine damlayan bir damla su gibi. Buharını gördüm onun ben işte galiba.
Taşıyor gittiği yerlerden, karanlık odalara, damla damla neşesini…
Yorumlar
Yorum Gönder