Gramofon Avrat'lar ve Pavyon Adamları


Sabahattin Ali hikayelerinde kadınlar, erkek dünyasının kapanmayan yarasına bir merhem gibi, umulmadık ellerden gelen bir merhamet gibidir. Anadolu’nun ne yapacağı bakışından, duruşundan, cigarayı tutuşundan belli olan erkeklerinin aksine kadınlar, öngörülemez zihinsel ve duygusal aktivitelerini her şartta koruyan dayanıklı varlıklardır. Son okuduğum Gramofon Avrat isimli hikayesinde de Anadolu’nun aslen herkese ayan ketum çehresinde dolaşan kadın ellerini takip etmiş Sabahattin Ali.
öyküyü bu kitapta bulabilirsin
Konya’nın köklü geleneği oturak alemlerinden bir kadını almış; silahların ve türlü soysuzlukların gölgesinde, onun saklanan yüzünü resmetmiş. Hikayeyi bitirdikten sonra bu kez Ankara pavyon kültürü üzerinde düşündüm. Uğurlarına tarlalar satılan, maaş yedirilen, altın bozdurulan kadınların adı sanı duyulmuş muydu sahi? Sadece “eğlenen” ve bu “eğlence”yi kendilerine sunan kadınları hafife alan bir erkek cemaati vardı sanki. Yakın zamanda karneleri iyi olan erkek öğrencilerini pavyona götüren öğretmenin haberini duymuştuk mesela. Gerçi o çıtayı yükseltmiş ve öğrencilerini seneye Tayland eğlence merkezlerine götüreceğini vaat etmişti ama biz sınırlarımızın içinde kalalım. Kısa süre önce “ Beyazlar Sönsün” isimli bir belgesel izledim. Bayazlar sönsün o kadar çok şey çağrıştırdıki zihnimde. Beyazlar sönünce başkalaşan erkeklerin birkaçıyla karşılaşma, yine beyazlar sönünce ortaya çıkan kadınların yüzlerini görüp hikayelerini dinleme fırsatı buldum böylece. Belgesele hakim olan erkek dilinde bir kardeşlik vurgusu vardı. Buraların böyle bir raconu var demek ki dedim ama yanılmışım. Beyazları söndüren iki yüzlülüğün ilk ipuçlarını da görmüş oldum böylece. Alkol ve çeşitli madde kullanımından sağlam bir muhakemeye sahip olmadığı anlaşılan bağımlı bir müşteri, neden başka yerleri değil de pavyonları tercih ettiği sorulunca “sevdiğimiz kardeşlerimiz var sonuçta, onlar için geliyoz” diyor, “takıntılı olduğumuz bayanlar oluyor onlar için geliyoz” diye de yarım ağız ekliyor biraz sonra.

Bir başkası, seyirciyi inandırmak istercesine “ İnanır mısınız bu gardaşlarımızla bir avemeye gittik dolaştık, inanır mısınız çok sıkıcı, içimiz bunalıyor. Ammaa, akşam geliyoz buraya; sohbet muhabbet dldl, yiyeceklerimiz geliyor. Ne diyeyim sana, şu beyaz ışıklar sönüyor da gırmızı ışıklar yanıyor ya, bambaşka bir ortam oluyor burası.” diye ekliyor. Ya rabbi bu nasıl bir sohbet muhabbet aşkıdır?? Halbuki beyaz ışıklar sönünce kadınlar geliyor, bunu biliyor herkes. Neden bu yere geldiğini biliyoruz dostum.
Hikayemize devam edelim. Sabahattin Ali Gramofon Avrat’ın acayip bir huyundan bahseder. Bu da bir gördüğünü bir daha asla hatırlamamasıdır. Annesinin beşi bir yerdelerini, dedesinin tarlalarını uğruna satanları bile ikinci görüşünde hatırlamaz da çırpınırlar. “ Hani ya birlikte bağa gittik ya? Hani beni bıçakladılar da dört ay hapis yattım ya?”  Zelil gördükleri ve iştah kabarttıkları kadın tarafından zelil edilmenin acısını tadıyorlar böylece. Alkolün etkisiyle koluna yapıştıkları ve takıntılı oldukları kadınlar tarafından, zoraki söz kopardıkları adrese icabet edilmeyince yıkılıyor, ağlıyor pavyon adamları da; tıpkı Gramofon Avrat’ın takıntılıları gibi.  Böylece kendi yaşamlarını bir yumak halinde döndüre döndüre yuvarlayarak her akşam aynı yere kendilerince başları dik cepleri delik dönüyorlar.  Bile isteye kandırıyor ve kandırılıyorlar. O kadınlar mı?
Onlar kimseye ne söz ne de yüz veriyorlar aslında. Her gün kendi gerçekleriyle yüzleşiyor ve sadece işlerine bakıyorlar. O adamların kulağına gider mi bilmem ama bir de sır vereyim. Evde kaldığımız şu corona günleri için Sabahattin Ali’nin bahsi geçen hikayesinin aynı isimli bir filmi de var. 87 yapımı bu filmi sevgili Ayşe Şasa senaryolaştırmış hem de. Aynalara bakmayı öğreneceğimiz günlere!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemin bacakları

Bu Yaşta Hala Saklanarak Sigara İçiyorum

Köken aile ve başka şeyler (yalnızca iki kişiye)