Happy Old Year Filmi ve Tutup Bıraktıklarımız

 

2019 yılına ait Tayland yapımı bir film olan Happy Old Year, minimalizm ekseninde ilerleyen bir film gibi görünse de eşyaya olan bağlılığımız ve bunun sebepleriyle ilgili oldukça açık ve kişisel fikirler veriyor.  Hikayenin ana karakteri Jean (Chutimon Chuencharoensukying), yıllardır kardeşi ve annesiyle birlikte yaşadığı evde kendisine yeni bir düzen kurmak ister. Bir iş görüşmesi sonucunda daha da hız alan minimalizm tutkusu onu evinde kullanmadığı tüm eşyaları koca büyük poşetlere doldurarak atmaya iter. Açılacak alanı ofis olarak kullanmak niyetindedir ancak evdeki fazlalıkları atmak konusunda annesini ikna etmek için giriştiği çaba onu hafızasının ulaşılmayacak alanlarına ittiği gerçeklerle yüzleştirecek ve süreç oldukça yorucu ilerleyecektir.

Mesele basitçe evdeki fazlalıklardan kurtulma meselesi midir?  Öyle olsaydı annesiyle ve geçmişiyle çatışma içerisine girmeyecekti. Bir anda beliren her şeyi atıp uzaklaştırma fikri nereden gelmektedir? Jean, hikayenin bir yerinde eski erkek arkadaşının fotoğraf makinesiyle karşılaşıyor ve kaset tutukluk yaparak geri sarmaya başlıyor. Makineyi atmak yerine eski sevgiliye ulaştırması ve devam eden özür dileme sürecinde, sebepsiz ve vedasız bir şekilde onu yüzüstü bıraktığını anlıyoruz.  Bu terk ediş baba tarafından terkedilmenin bir rövanşı mıydı?  Geçen yıllardan sonra eski sevgilinin karşısına çıkıp affedilmek için döktüğü gözyaşlarında kendi babasını mı arıyordu? Ortada kapatılması gereken koca iki defter var ve Jean eşyaları atarak kolayca bu işten sıyrılabileceğini zannederken, bu karşılaşma sonucunda belki bir an tekrar eski günlerdeki gibi bir araya gelebileceklerini düşündü.  Hepsi bu. Sadece bir an. Peki babasının geri dönme umudu var mıydı? Piyano evin orta yerinde durmaya devam etmeli miydi? Piyano, olanca karışıklığıyla diz çökmüş bir evin orta yerinde kendi varlığını diretmeli miydi? Bu piyano bu evden mutlaka gitmeli ancak son bir kez arayıp şüpheleri ve umut kırıntılarını sonsuza dek silecek. Telefondaki baba, piyanoya ihtiyacı olmadığını, onu satabileceklerini söylüyor. “Hiç tereddüt etmeden bıraktı bizi!” Eşyaları dağıtıp terk etmek bile hiç kolay değilken…


 Piyano derhal evi terk etmeli artık. Jean’in erkek kardeşi soruyor: “ Piyanoyu torbaya nasıl sığdıracaksın?”

-Bunu atmam gerçekten senin için sorun değil mi?

-At gitsin, yer kaplıyor. Artık çalan yok.

Annesi piyanonun evdeki varlığı konusunda ısrarcı; bir tuşa basarak “ben çalıyorum, yer kaplamıyor. Bu senin değil, başkalarının eşyalarına karışma” diyor. Baba artık orada değil, piyano kimsenin değil.

-Piyanoyu satabilirsiniz dedi, geri gelmeyecek artık.

-Sus dedim!

-At gitsin işte, niye tutmak istiyorsun ki? Artık kimse çalmıyor.

-Ağzını topla.

-O artık geri gelmeyecek!

-Ne güzel, kendi halimde yaşıyordum, neden bu konuyu açtın ki! Ya onu unutursam, sorumluluğunu üstelenecek misin?

Jean burada ağlıyor:

-Seni yerinde sayarken görmek istemiyorum. Anne. Unutmaya çalışmazsak asla unutmayacağız.

-Bencillik etme. Sen unutmak istiyorsan unut. Beni niye zorluyorsun?

-Şuan sen bencillik ediyorsun biliyor musun? Hatırlamak istiyorsan kendin hatırla! Jay ve ben hatırlamak istemiyoruz. Ve anne sofrayı terkediyor.


Jean yeni bir konum ve hayata kendisini hazırlarken, ailenin geri kalan fertleri için de bir perdeyi aralıyor. Asıl bırakılması ve vazgeçilmesi gerekenler o perdenin arkasında. Onlar yerinde durdukça ev bomboş olsa bile karışık ve daraltıcı çehresi hiç değişmeyecek ve yeni bir yola alan kalmayacak. Bu sebeple Jean’ın yüzleşmesi her ne kadar zor ve yorucu olsa da hayatına verimli bir şekilde devam edebilmesi için gerekli ve cesur bir süreçti. Rollo May’in 1940’da ‘kaygı’ üzerine yürüttüğü bir incelemesinde keşfettiği bir ayrıntı tam buraya denk düşüyor. May’in o zamana kadarki düşüncesi ebeveyn tarafından dışlanmanın birey için kaygı kaynağı olduğu yönündeyken, çalışması sonucunda görüyor ki kaygının kaynağı ebeveynler tarafından dışlanmak değil, esas olan bu dışlanmayı kabullenememek. “Proleter anneler çocuklarını dışlamışlardı, ama bunu yaparken kuşkuya yer bırakmamışlardı. Çocuklar dışlandıklarını biliyorlardı; sokağa döküldüler ve kendilerine yeni yoldaşlar buldular. Durumlarında hiçbir kaçamak yoktu. Dünyalarını –iyi de olsa kötü de olsa tanıyorlardı ve kendilerini dünyalarına yerleştirebildiler. Oysa orta sınıfın genç kadınları aileleri tarafından hep aldatılmışlardı. Onlar hala sever gibi görünen anneler tarafından dışlanmışlardı. Kaygılarının gerçek kaynağı sadece dışlanma değil, buydu.*  Happy Old Year filmi, May’in bu tespitiyle birebir örtüşen bir film. Jean’ın yaşadığı dışlanma ve kabullenme sürecini olabildiğince sade bir biçimde ortaya koyduğu için düşük tempoda ilerliyor. Bir baba tarafından terkedildiğinin farkına varmak, kabullenmek, yasını tutmak, vazgeçmek ve kendi davranışlarının açıklamasını bulmak ekseninde Jean’ın ağır adımlarını takip ediyor ve nihayetinde bir düzlüğe çıkıyor seyirci. Sonrası için bir fikrimiz yok ancak Otto Rank’ın deyimiyle  gerçek hastalık olmadan gerçek iyileşme olmaz.” Jean bireysel uyumsuzluğu sayesinde hastalığını keşfediyor ve ona derin derin bakıyor. Bu bir kabullenme ve vazgeçiş filmi, asla minimalizm değil.



*Rollo May, Yaratma Cesareti, s.79, Metis Yay.

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemin bacakları

Bu Yaşta Hala Saklanarak Sigara İçiyorum

Köken aile ve başka şeyler (yalnızca iki kişiye)