Peruk ve çıplaklık
Şiir atölyesinde onu görür görmez tanıdım. Ses tonu ve güzel Türkçesi hiç değişmemiş. Hala on yıl önceki kadındı. Ancak öyle büyük bir değişim vardı ki, bunun farkına varmamak için onun geçmişte öğretmenlik yaptığı bir lisenin koridorlarında tedirgin ve her an tetikte bekleyen halini görmemiş olmanız gerekir. Ben görmüştüm, istemediği bir şeye mecbur bırakılmak bir insana ne yapabilir bunu görmüştüm.
Onu tekrar gördüğümde heyecanlandım. Bir müddet kendimi tanıtsam mı, onu nereden hatırladığımı söylesem mi karar veremedim. O gün ki atölyede gündemim bir anda şiirden anılara, bir insanın hikayesine dönüşmüştü. Çıkışta seslenecek olsam adını bile hatırlayamıyordum oysa. İlkinde kendisini tanıtırken, ikincisinde söz hakkı aldığında olmak üzere birkaç kez ismini söyledi ama yine unuttum. Zihnim perukla ve peruğun keskin hatlarıyla fazlasıyla meşguldü. İsim hatırlamaya, şiir ezberlemeye gelince hafızam adeta küçük bir balığın karnına saklanıyor, görüş alanıma set çeken kayalıkların ardına gizleniveriyordu. Ya görüntüler öyle mi? Yüzünü hatırlıyorum. Bakışlarını, defteri kitabı tutuşunu, beyaz önlüğü aşan uzun eteklerini, peruğu sonra. Peruktaki mecburiyeti, peruktaki kaba kuvveti, peruktan ibaret o soğuk ve uzak kişiyi hatırlıyordum. Kaçışlar gibi gidişlerini, suskunluğunu, vahşi bir hayvanın saldırısına uğrama ihtimali bulunan savunmasız biri gibi kendi kabuğuna çekilişini hatırlıyordum. Elinden gelse ve bir çaresi olsa o da sesini yükseltebilirdi belki…
Atölye bitti. İsmini hala hatırlayamadığım eski öğretmenime seslendim:
-Bakar mısınız?
Atölyedeki derslikte de karşılaşmış olmanın verdiği canlılıkla “buyrun” dedi.
-Ben sizi tanıyorum. Falanca lisede öğretmenlik yapmış mıydınız?
Bu kısımda bir türlü hatırlayamadığım eski lisemin adını da hızlı hızlı yoklayıp, çetin bir mücadelenin sonunda tozlu sandıktan çıkarabildiğim için kıvanç duydum. Şaşkın ama tasdikleyerek uzunca bir “eveet” dedi, güldü. Şu şu yıllarda orada görev yapmıştım.
-Ben sizi tanıyorum. Öğrencilerinizdendim hatta. İlgiyle takip ettiğim, iyi olduğum bir dersti.
-Hangi yıl mezun olmuştunuz?
Kaygı verici bu soruyu beklemiyordum. Yılları da hatırlayamam ki ben! Biraz daha hasbihal edip, bir sonraki atölye gününde görüşmek dileğiyle, gülücükler eşliğinde ayrıldık. Bir sonraki atölyeye gitmedim. Kendimi yokladım. Kendi geçmişimden bağımsız olarak öğretmenimin atölyedeki ve lise koridorundaki hallerini düşündüm. O, sıradan, kendi halinde bir kadındı. Baş örtüsü de takan. Üzerindeki baskı ve zorlamalardan kurtulmuş kendi halinde bir kadındı sadece. Onu kendi haline bıraktığınızda, böyle görünüyor, böyle gülüyordu.
Aradan yıllar geçti. Yine sıradan ve kendi halinde kadınların başlarına istemedikleri şeyler geliyor. Hep geldi. Bugün onlardan bazıları, tutuklu bulunan yakınlarını görebilmek için ziyarete gittiklerinde çırılçıplak soyulduklarını ve aşağılayıcı muameleye maruz kaldıklarını anlatıyorlar. Bunu anlatmakta kendileri için bir çıkar aramadıkları muhakkak, faydayı ve iyiliği, başkalarının da başına gelmemesinde arıyorlar. Konuşabilmelerinin büyük bir güce dönüşüp bu insanlık dışı uygulamayı ezip geçeceğine inanmak istiyorum. İzleri silinmeyecek, etkileri daha büyük olacak, belki rüyalarından korku ve utanç duygusuyla uyanacaklar ama hepimiz o utancın aslında kimlere ait olduğunu biliyor olacağız. Bize eklenenlerin ve bizden sökülüp alınanların kıskacında kanırta kanırta da olsa, bugünler de geçmişte kalacak. Onların gülen yüzlerini de yazacağım ben.
Yorumlar
Yorum Gönder