The Sinner, Jamie Burns ve ölüm provaları

 Hayatı her gün yeniden kurmak oldukça zahmet isteyen, bile isteye kabul ettiğimiz, konmuş bir kuşun zamanı tayin edilemeyen uçuverişine tekabül edecek bazı anlarda ise keyfini sürdüğümüz bir mecburiyet. Pırr, işte uçuverdi. Neyi verip onu aldık?



 

                                      -Yine de başkalarına bakmak kolaydır Jamie Burns, peki ya kendine bakmak?-

Jamie Burns. The Sinner dizisinin 3. sezonunda dedektif Harry Ambrose eşliğinde onun hayatını araştırmaya başlıyoruz. Görünüşe bakılırsa sıradan bir insan olan Jamie, pek yakında bebeği olacak bir baba, aynı zamanda her gün işine giden bir öğretmen. Ancak gündeliği kanıksamış gibi görünen profilinin derinlerinde bir maraz var. Üniversite yıllarında başlayan ve alttan alta baş gösteren bu marazın profilinde oluşturduğu çatlaklar, onu ölümle sonuçlanacak bir çıkmaza sokuyor. Arkadaşı Nick’le oynadığı tehlikeli oyunlar sonucunda yaşadığı düşünce kırılmaları, bütünlüğüne savaş açıyor ve bir daha asla yaşamın olağan akışına ayak uyduramayan bir adam çıkıyor ortaya. Niçin maraz dedim? Çünkü bazı düşünceler ölümcül bir hastalık gibi zihne bir kez yerleştiğinde, hepimiz için kaçınılmaz olan sonu şaşırtıcı bir yakınlığa taşır. Yaşam korkusu; yaşamı anlamlandıramamak sürekli kurcalanılan bir mesele haline geldiğinde sağ çıkılamayan bir kazaya yol açar. PC oyunlarında karşılaşılan bug’lar gibi, oyuncu, beklenmedik bir boşlukla baş başa kalır. Jamie’nin yaptığı da buydu. Hileyi buldu ve bir daha eskisi gibi olamadı. Bazı ruhların kazalara bir çeşit yatkınlığı olabilir mi?

İnsanlığın ortaya koyduğu kültürel yekun, sanat eserleri, değerler ve başarıların yaşama tutunmayı sağlayan anlamsal ilişki uğruna var olduğu söylenir. Bu şekilde, var olmayı, var olmamaya karşı tercih edişimizi haklı kılarız.* Varlığına bir gerekçe bulamayan her insan krizle baş başadır. Peki bu kriz bir kez ortaya çıktıktan sonra bir daha o ‘güzel günlere’ geri dönülebilir mi? Farkında olalım yahut olmayalım, hayat hakkında sahip olduğumuz örtük yanıt, tüm yaşam deneyimimizi ve algımızı tümüyle belirlemeye devam eder.**



Jamie’nin yaşantısı seyirciyi zorunlu olarak Nietzche’nin kollarına atıyor. Yaşamın anlam ve amacı sorusu kişiler üstü bir otorite-ideolojiye teslim edilmediğinde; sorun görmezden gelindiğinde veya eylem ve seçimlerin ne uğruna yapıldığı sorusu belirsiz bırakıldığında, bu eylem ve seçimlerle özdeşleşebilmenin, onları benimseyebilmenin imkanı yoktur. Akışına ve ne manaya geldiği belli olmayan şablonlara uygun yaşamak zamanla kişi üzerinde ezici bir güce dönüşür. Bu durumdaysa temel sorun intihar edip etmemektir*** The Sinner dizisinin 3. Sezonunda işlenen Jamie Burns’ün hayatı, yaşam ve ölüm konusunda yer yer felsefi alıntılar da barındıran bir başa çıkamama problemi ekseninde dönüyor. Fakat Jamie bir seçimde karar kıldığında ya da kendisini kaptırdığında diyelim, o seçim kendini değil ötekileri öldürmek olacak.

Jamie bir taraftan üniversitenin ardından geçen 15 yıl içerisinde gündelik yaşamına olabilecek en akla gelen senaryoyla devam etmiş, aile kurmuş, uzun soluklu bir ilişkisi var. Her gün okula gidip geliyor, rutin iş hayatına ve insani diyaloglarına devam ediyor. Diğer taraftan ise içinde her şeyi alt üst etmeyi isteyen, mantıksal açıklamalara, toplumsal normlara kafa tutmak, bozmak ve yok etmek isteğiyle pusuda bekleyen bir adam saklıyor. Nick, yıllar sonra geri geldiğinde, işte o adam saklandığı yerden çıkıyor. Yine Nietzche’nin deyişiyle ‘kavramları algılarımızın mezar odaları’ olarak gören Jamie ölümle oynamaya başlıyor.

Bu oyunlar arasında arkadaşıyla birlikte çok yüksek bir köprüden atlamak da var, bir boru yardımıyla havaya ulaşabilecek şekilde mezara girip, üzerine toprak doldurulmuş vaziyette saatlerce beklemek de var, bir başkasının ölümünü izlemek de. Jamie Burns belki de intihar etmeyi hiç düşünmedi. Dedektif Harry Ambrose tarafından beklenmedik şekilde vuruldu ve aslında kendi ölümünü kabullenmek fikrine ne kadar uzakta olduğunu gözlerindeki dehşete düşmüş ifadede gördük. Kaçınılmaz olanın her zaman beklenmedik bir etki yaratacağına bir kez daha şahit olduk. Ölüm, her an ihtimal dahilinde olsa da beklenmedik olmayı sürdürüyor. Jamie’nin kendi ölümü karşısında yıkılmış, devrilmiş yüzü fazlasıyla keder barındırıyor.



-Hiç birinin ölümüne tanık oldunuz mu?

-evet, bir defa.

-Peki sizin için nasıldı?

-Beklediğim gibi değildi.


Kendisinden önce ölen yaramaz arkadaşı Nick’in ölümüyle ilgili sorgusunda Jamie, ölmeden önce ‘onu sanki ilk kez görmüş gibi’ olduğunu söylüyor. O bakışları. Jamie'nin ölüm anında ise izleyici onunla ilk kez karşılaşıyormuş gibi oluyor. Bu o adam mı? Gözünü kırpmadan insanların kafasına taş ve sopayla vuran, bıçakla saldıran adam? The Sinner dizisinin 3. sezonu bir katilin anatomisi olarak da okunabilirdi ancak işin 'yabancılaşma' kısmına yoğunlaşmayı -tercih ettim-(?) İnsanlık tarihi kadar eski bir soru olan 'biz burada ne yapıyoruz'a verilen cevaplar çok çeşitli olabiliyor. Varlığımızı delillendirebiliyoruz belki ama ölüm hala uykuları kaçırmaya devam ediyor. Bazı cevaplar ise yoldan çıkarıcı. Gözünü kırpmadan insanları öldürmeye başlayan bir adamın, kendi ölümüne dakikalar kala güven duygusuna ihtiyaç duyması, dedektif Ambrose'un şefkatli elinin yanağında dolaşarak "her şey yoluna girecek Jamie, iyisin, her şey yoluna girecek" demesiyle ufaktan sakinleşerek can vermesi... Kafa tutan tüm halleriyle insan yazgısı ölüm karşısında hala fazlasıyla acınası görünmüyor mu?

Bu yazı daha güzel olabilirdi ama olmadı. ve yazı burada bitiyor. Kendi iradesiyle.(?)

 

Madem yaşamın anlamı akledilemezdir, öyleyse belirsizlik ve kutsal karmaşanın şerefine, Jamie Burns'e yaraşır bir şarkı:

desire-under your spell

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annemin bacakları

Bu Yaşta Hala Saklanarak Sigara İçiyorum

Köken aile ve başka şeyler (yalnızca iki kişiye)